Eylül, 2006 için arşiv

Kitaplara dairdir

Geçen haftalarda Dostoyevski’nin “Ezilmiş ve Aşağılanmışlar”ını okudum; okurken ve özellikle okuduktan sonraki tepkim şu olmuştu: Dosto! Sen nasıl birisin?

Nasıl bir yazarsın ki romanda hemen hepsi birbirinden farklı olan karakterleri ancak bu kadar olur dememize vesile olacak bir biçimde karşımıza çıkarabiliyor, onları tam anlamıyla bize tanıtıyor, onların duygularını bize yaşatabiliyorsun?

Nelli’nin, kitabın sonlarındaki “Annem, annem nerede? Annem, benim annem nerede?” sözleri karşısında “neredeyse ağlayacaktım” dediğim S. “ben ağladım” diyince, benden daha hassah insanlar olduğunu da görmedim değil : )

Kitabı okurken görebildiğim yazım yanlışları ile anlatım bozuklukalraının altınız çizdim, çok olduklarını görünce (on yedi adet) yayınevine mail gönderdim, durumu bildirdim, bilinçli okuyucu oldum : ) Ama kitabın son okumasını yapan kişiye de acayip kızdım çünkü gözden kaçacak türden hatalar değildi bunlar. Sonra son okumayı yapan kişinin iki yüz almış kitabın son okumasını yapan kişi olduğunu görünce de hayli şaşırdım.

Hâsılı, Dosto’nun yazdığı her satır okunmalı, sindirilmeli. Dosto okumalarımı devam edecek ancak araya bir de öykü sıkıştırdım ben. Sebahattin Ali‘nin Kürk Mantolu Madonna‘sını Suat Beyimiz tavsiye etmişti, hakkı varmış, harika bir roman/öykü.

İlk defa bir Türk romanı (klasik anlamda) okudum bu arada onu da itiraf edeyim ve bu romandan sonra da “Bu adam neden bu dünyada yer işgal ediyor” diye düşündüğüm biri için artık öyle düşün(e)mez oldum. Sebahattin Ali’nin üslubunu da çok beğendim ve hemen Kuyucaklı Yusuf‘u da aldım, sıraya koydum.

Bu kitaptan sonra da Peyami Safa‘nın Yalnızız‘ına başladım, ramazan vesilesiyle hayli ara verdim ama bir sahura doğru programında bitirmeyi düşünüyorum, onunla ilgili de yazarız bir şeyler inşallah.

İki tane de yeni kitap duyuralım, biri alışık olduğumuz üzere Dücane Cündioğlu‘ndan: “Bir Mabed Bekçisi” Cündioğlu, üç kitaptan oluşan bu seriyi şuradaki yazısında daduyurmuştu zaten.

Diğer bir kitap da geçenlerde albümlerini duyurduğumuz Ketil Bjornstad‘dan: “Müzik Uğruna”. Aynı zamanda edebiyatçı olan müzisyenin kitabını imkanım olursa okumak niyetindeyim.

“Sepette neler var?” diye merak edenler, yazının devamına buyursun : ) Okumaya Devam »

Karmakarışık

Gün içinde hâlden hâle giriyorum; bir ihtimal sevindiriyor, diğeri onu alıp götürüyor, yerine telâş, korku, endişe getiriyor. Birileri bir şey diyor akla yatıyor, diğeri akla yatanı yattığı yerden adeta döverek kovuyor.

Zaman daralıyor ve ben hâlen hiçbiryerdeyim.


‘ve sabır
olmasaydı
yeryüzünde
birgün
kalınabilir miydi?’ *

Bizim yeryüzünde kalıyor oluşumuz “sabır”la açıklanabilir mi?

* İlhami Çiçek, Satranç Dersleri

Ramazan Ayı

Neden mi Ramazan ayı bir başka?.. Arz edeyim. Çünkü diğer aylardaki iyilik ve ibadetlere bire on, belki bire yüz sevap söz konusu olurken, Ramazan ayında durum aynı değildir. Onda yapılan tüm iyilik ve ibadetler için bire yedi yüz ve daha fazlasından başlar sevaplar. Bunun içindir ki, zekâtlar da fitreler de diğer bütün iyilik ve ibadetler de bu ayda daha çok yerini bulur. Müminlerde uhrevî duygular bu ayda daha çok coşar, ebedi hayata yönelme duygusu bu ayda hemen herkeste gelişir, daha heyecanlı bir dinî hayat söz konusu olur.

Ramazan ayının böylesine eşsiz özellik ve güzelliği şu hadisle dedik katimize sunulur: “Eğer insanlar Ramazan’daki özelliğini tam olarak farkına varabilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi!..”

İşte böylesine eşsiz manevi kazanımlar söz konusudur bu mübarek ayda. Ramazan ayının hürmetkârlarına sağladığı bu eşsiz mükâfatlar şu misalle de nazara verilmektedir. Mahşerde cehenneme doğru yol alanları gören cennet ehilleri, soracaklar: “Sizler hiçbir Ramazan’a erişmediniz mi? Yok muydu hayatınızda Ramazan ayı?” Diyecekler ki: “Vardı var olmasına da bizler onun özelliğine itibar etmiyor, değer vermiyorduk. Bu yüzden de kendimize bir çekidüzen verme gereği duymuyor, önceki aylar gibi ibadetsizliğimizi Ramazan’da da sürdürüyorduk. Onun için sizlere cenneti kazandıran Ramazan’ın şefaatinden bizler mahrum kaldık…”

Evet, samimi bir insan, Ramazan başında halis bir niyetle kendisine çekidüzen verir, geçmişindeki hataları, günahları artık bırakıp tam bir niyetle tövbe ederek Rabbi’ne yönelirse, mazideki lekeleri silip süpürebilir. Yeni bir beyaz sayfa açabilir. Samimiyet derecesine göre gerçekleşir bu beyaz sayfa. Bayramdan sonraki hayatına da bu yeni beyaz sayfa ile devam edebilir. Yeter ki, ibadetlerimizle, artan hayır hasenatlarımızla ihmal ettiğimiz (ahiretimizi) yeniden (imar!) edelim, ilgi duyacak hale getirelim. Okumaya Devam »

Oldu mu şimdi?

Tek dersten kaldım iyi mi…

Dücane Cündioğlu’ndan:

Gönül’ü tanımazlar ki gönlün kararına secde eden akl’ı tanısınlar!

“İslâm’da akıl ile Tanrı arasında bağlantı yoktur!” Papa cenapları böyle buyurmuş!

İnsan aklı ile Tanrı arasında varolan bağı/bağlantıyı İslâm dini reddettiğine göre, bu dinin mensupları da “akıl-dışı veya akıl-üstü bir Tanrı”ya inanmış oluyorlar. Peki ya Hıristiyanlar? Hıristiyanlıkta akıl ile Tanrı arasında bağlantı vardır; dolayısıyla hıristiyanlar da akla uygun bir Tanrı’ya inanmış oluyorlar.

İslâm hem teşbih, hem tenzihtir!

Papa “İslâm’da akıl ile Tanrı arasında bağlantı yoktur!” demekle yetinmemiş, bu iddiasının delili olarak da “İslâm’da soyut bir Tanrı inancı bulunduğunu” söylemiş. Yani o kadar soyutmuş ki, o denli uzakmış ki böylesi bir Tanrı tasavvuru akıl ile kavranılamazmış.

“Hangi akıl?” diye sormayacağız. Akl’ı “müslüman aklı”, “hıristiyan aklı” diye de parçalamayacağız. Bilâkis ilim geleneğimize tâbi olmak suretiyle, akl’ı “insan aklı” olarak adlandırıp bu akl’ı da “akl bi’l-meleke” mânâsıyla; kabaca, “yetişkin aklı”yla tanımlayacağız.

Uyarı!

Yaklaşık iki ay önce “bir dört olarak seni uyarıyorum!” diyen zat-ı şahaneye selamlarımı ve sevgilerimi iletmek istiyorum. Göremiyoruz kendilerini hayli zamandır, afiyettidirler inşallah.

The River

Ketil Bjørnstad ve David Darling ikilisinin The River I-XII parçalarından oluşan ve defaatle dinlenebilen özelliğe sahip bir albümü. Tavsiye olunur efendim, detaylı bilgi ecm web sitesinden edinilebilir.

Hazır ecm’e gitmişken aynı ikilinin yanında Terje Rypdal ve Jon Christensen’ın eşlik ettikleri The Sea (I) ve The Sea (II) albümlerine bakmakta da fayda var.

Linkler hakkında

Sağ taraftaki linklerin bir kısmı kaldırıldı; kapanan, güncellenmeyen ve diğer sebepler yüzünden yeniden düzenlendi ve tabii yeni siteler eklendi.

Linkini eklediğimiz siteleri buraya link verip vermemesine değil içeriğini gözönünde bulundurduğumuzu hatırlatmaya gerek yok sanırım. Ayrıca flickr şeysindeki fotoğrafların sayısı ondan altıya indirildi.

Yazı yazmıyoruz bari bir şey yazmış olalım diye de bu yazı yazıldı.

Ulu orta

I

düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı bir asker miyim neyim
ekleyip duruyorum sabahları akşamlara
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.

II

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
üstü açık araba
dünya dediğin.

III

kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu’ndan üç ayda bir reçete.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.

IV

acıyan bir şeyim ben buradan çok uzaklarda,
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
siliniyor her şey, hatta uçurtma
takılıp kalıyor göğe.

V

yakar top oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler, dağları biçen
yolundaydı her şey ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

sorma,
kaldım altında
devirince kitabı.

VI

şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçük odadan
acımı duy, sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim Tenekeci

Et si tu n’existais

Muhterem Cemil Beyefendinin şanahe İstanbulogunda çok önceden yer alan ancak şu an indirilebilir olmayan bir şarkı ile huzurdayız. Bu Franzsızca şarkının sözlerine ve İngilizce çevirisine şuradan ulaşabilirsiniz.

Joe Dassin – Et si tu n’existais pas

[audio:http://www.alisari.net/mepeuc/Et si tu.mp3|autostart=no|loop=yes]